29 Aralık 2015

Batıya Kızmayın!



   
Batı derken ananelerimizin batılılaşmak adı altında kültürlerinden, kimliklerinden vazgeçip onların defolusu oldukları coğrafyadan bahsetmiyorum tabii ki. Zaten onlara kızmak için fazlasıyla sebebimiz var da, şimdi konumuz bu değil. Bildiğiniz gibi bu ülkenin batısı ve doğusu diye iki tabir var artık. Siyasetçisinden gazetecesine, öğrencisinden memuruna kadar herkesin dilinde. Ama korkutucu olan bunun düşünsel bir gerçeklik de olması. Çünkü bir kere zihinlerde ülkeyi bölmüşler. Sadece Kürtler(!) değil zihinlerde ülkeyi bölmüş olan. ''Bu vatanı böldürtmeyiz'' diye her gün meydanlarda; pardon, yani TV ve sosyal medya platformlarında çemkirenler de bölmüş.

Birincisi batı ve doğu muhabbeti yapmadan önce realitelere bakmak da fayda var.
- Zulüm ve katliamların olduğu o bölgede de insanlar tıpkı batıdaki(!) insanlar gibi farklı farklı zihniyetlerde. Hepsi aynı veya benzer fikirde değil.
- Zulüm ve katliamların olduğu o bölgeyi başta sosyal medya olmak üzere, TV ve gazetelerden elde ettikleri bilgilerle biliyorlar. Bu da 'bildiklerini nereden öğrendiği' gibi hayati önem taşıyan bir konudur.
- Son yıllarda çok popüler olan iki deyişimiz var.
 Birincisi, ''Gezi'de Kürtler neredeydi?''
İkincisi, '' Batı, Doğu'da olanlara sessiz kalıyor!''



Şimdi gerçekçi ve objektif bir yaklaşımla teker teker ele alalım bunları.
1- O bölgede sadece Kürtler yaşamıyor ve sadece Kürtler de değil acı çekip katledilip, mağdur kalanlar. Orada hükümetin taraftarı da, diğer muhalif parti üye ve sempatizanları da, ister istemez o ablukadan etkileniyor. Bunun yanı sıra Kürtler dediğimiz o büyük kitlenin içinde de oradaki operasyonları haklı ve meşru bulanlar olduğu gibi, haksız ve hukuksuzca bulanlar ve sonuna kadar direneceğini tekrar edenler var. Ablukaya gelince, orada devlet güçlerinin operasyonu falan yok, bildiğin silahlanmış küçük gruplara karşı tank, top, helikopter, zırhlı araç ve izleme araçlarıyla devlet işgallerini aratmayan bir realite var. ''Devlet bunu yapmayacaktı da ne yapacaktı, teröristleri öldürmeyip beslesin mi?'' tepkisel sorusu meşhurdur burada. Yüce Devletin(!) varoluş amacı halkı koruma ve huzurunu sağlamaysa eğer, ilk önceliği terörist dediklerini avlamak değil, halka zarar gelmeyecek yöntemlere başvurmak. 35 günlük bebekten tutun 67 yaşındaki amcalara, 5 çocuk annesi kadınlardan tutun, yaşları 3 ile 15 arasında değişen 52 çocuğa kadar... Buna terörist operasyonu denmez. Ama buna rağmen o bölgede bile bunları meşru ve haklı bulan insanlar var.


2- Şimdi asıl konulardan biri, bunları nereden bildiğimiz konusu. Fotomontaj, ajitasyon stratejileri, yandaş habercilik gibi gerçeklikler varken doğru bilgiye ulaşma güçlüğü de su götürmez gerçek oluyor.
Mesela ben orada olanlara neden katliam, zulüm diyorum? Çünkü muhalif haber siteleri ve gazetecileri takip ediyorum. Bir de yerel haber kaynaklarını takip ediyorum. Ama bu kadarla yetinmiyorum, A haber'den tutun, Yeni Şafak, Takvim, Sabah, Akit ve Anadolu Ajansı'na kadar, hükümeti aklama ve paklama görevi edinmiş haber kaynaklarını da takip ediyorum. Biri polis cenazesini haber yapıp taraftar toplayıp kutuplaştırmayı körüklerken, diğeri çürümesin diye buzdolabında saklanan sivil cenazesini haber yapıp kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Biri Erdoğan'ın muhtarlar toplantısındaki ego tatminlerini gösterirken, diğeri bölgeye girmeye çalışan, dokunulmazlıkları olan vekillere yapılan saldırıları haber yapıyor. Bu konuda milletçe en büyük sorunumuz, olaylara kendi penceremizden bakmamız.Kandırılmak isteyen insan, tek kaynaktan beslenmeyi kabul eder; gerçekten bilmek ve öğrenmek isteyense araştırır, inceler ve kendisi karar verir.


3- 'Gezi'de Kürtler neredeydi' sorusuna maruz kalmayan Kürt kalmamıştır herhalde. Aslında bugün bu soruyu soranlar, o gün Tarlabaşı'nda, Zeytinburnu'da, Okmeydanı'nda, Kızılay'da, Ofis'te, Şarampol'de omuz omuza direndiği Kürdü görememiştir. Hem o zaman herkes maskeliydi canım ve gazdan göz gözü görmüyordu, yoksa normalde Kürtlerin daha konuşmadan da tanınan bir siması vardır. (Bkz. HDP binaları ve Kürt işçilere sokaklarda yapılan saldırılar.)
'Batı, Doğu'da olanlara sessiz kalıyor' demeyin, batı sessiz kalmıyor çünkü. İstisnasız her gün birkaç üniversitede, ''Doğuya destek, Doğuya ses ver, Kürtler katlediliyor…'' eylemleri yapılıyor. Şehir meydanlarında yürüyüşler ve basın açıklamaları yapılıyor. Ama dakikalar içinde kitlenin kat be kat fazlası polis müdahale ediyor. 'Bu mu destek?' serzenişini duyar gibi oldum, ama elden gelen başka bir şey yok. Realiteler üzerine konuşacağız dedik. Şu bir gerçektir ki, Orada 35 günlük bebeği katleden polisle buradaki polis arasında fazla bir fark yok. Sadece buralar daha fazla göz önünde olduğu için gerçek mermi sıkamıyorlar. Ama oradan bir fazlası var ki, üniversiteler ve meydanlardaki faşist ve kışkırtılmaya hazır güruhlar. 'Vatanı bölüyorlar, PKK'lı bunlar, Ermeni dölü Komünist bunlar..' dendiği anda, bütün algıları kapanıp saldırıya hazır hale gelen cahil, faşist güruhlarımız var bizim de. Hadi diyelim atladık arabalara, oraya gelelim dedik. Sizi katledenler, vekilleri tartaklayanlar bizi güllerle mi karşılayacak. Bir gerçeklik daha var ki, çok acı ama yine de gerçek. O bölgenin halkı zulmün, kanın, gözyaşlarının, tank ve topların gölgesinde doğup büyüyor. Bu da o insanların, daha rahat bir ortamda doğup büyüyen, zamanla yanlışa başkaldırmayı ve hakkını aramayı öğrenen insanlardan ister istemez daha kavgacı ve dirençli oluyor. Bir de yukarda söylediğim tek haber kaynağından beslenme mevzusu var ki, o da apayrı bir sorun zaten. Kitlelerin çok büyük bir oranı orada PKK operasyonu var ve sadece PKK militanları öldürülüyor sanıyor. Velhasıl kelam; siz güneşi bizden önce görenler, Batıya kızmayın!


Dünya tarihi tarafsız yazılacak olsaydı eğer, muhtemelen reklam arasına giren güzellikler hariç korku filmini andıran bir senaryoya benzerdi. İnsan ırkı bencil ve zihinsel evrimi henüz çok az gelişmiş. Farkına varılması gereken o kadar çok şey varken, üzerinde konuşulmaması gereken ne kadar şey varsa, hepsini hayat felsefesi haline getirmiş haldeyiz. Yazık bize, bizden sonraki nesillere bırakacağımız mirasa.. Tabii, yaşanacak bir yer, gurur duyacağımı bir miras bırakabilirsek ..!



22 Haziran 2015

Kadınca Sevmek




Sana diyorum adam!
Evet evet, sana!
Biliyorum, suratına suratına haykırsam da, 
Kafana vura vura,
Bağırsam da kulağının dibinde,
Yine bildiğini okuyacaksın.
Ama benden söylemesi,
Bildiğin gibi değil o sevda işi..!


Bir türküdür tutturmuş gidiyorsun, 
"Adam gibi sevmek" demişsin adına.
Bu masalla büyütmüşsün,
Nice aşık nesilleri.
Bir de yaradılış destanıymış gibi,
Methiyeler, şiirler dizmişsin.
Üstüne üstlük, utanmadan
Kapamışsın kulaklarını, ötesine berisine..!


Sen adam!
Kabul etmek zorundasın.
"Kadın gibi sevmek"
Her adamın harcı değil..!

Düşünsene, "kadınca sevmeyi"
İlk çocuğuna hamile kalan kadını,
İlk çocuğunu kucağına alan,
Onu tok yatırıp,
Kendi aç kalabilen kadını,
Tanrıya el açıp,
"Kalan ömrümü evladıma ver" diyen kadını...
Buna sevmek demeyeceksin de,
Ne diyeceksin be adam..!


Biliyorum!
Gururun çelikten duvarlar örüyor,
"Kadın gibi sevmek" düşüncesiyle arana.
"Kadınca sevmek" demek ağır geliyor,
Senin gibi ağır abilere... 
Gururun, kuyruğuna basılmış yılan
Oluveriyor oracıkta.
Oysa adam gibi sevmek,
'Bir küfürdü' kadınca sevmenin yanında..!


Biliyorum!
Yine oralı olmayacaksın.
Ama, umut güzel şey be adam..!


Geçen gün gastede okudum,
Umut duygusu daha güçlüymüş korkudan...
Ve biliyor musun adam?
Benim umudum var.
Bir gün duyacağım,
"Kadın gibi seviyorum"
Diyen adamları ..!


16 Ocak 2015

Zavallı Biz ...




O kadar yorgunum ki,
Nefes almak bile ağır geliyor artık. 
Cesedimi taşıyamıyorum.

Aynadaki silüetim bana acırcasına,
Dalga geçercesine sırıtıyor gibi hissediyorum.
İnsanların konuşmaları, gülüşmeleri, kahkahaları,
Hatta selam vermeleri bile,
Kalbimin teklemesi için bahane oluyor.



Hem uyuyup bir daha uyanmamak istiyorum,
Hem de gözümü kapatmamla
Beynimdeki sesler, suratlar zonklarcasına hortluyor.
Sızıp kaldığımda bile,
Kâbuslarımda devam ediyorlar, reklamsız.
Sabahsa faili meçhul olup, çekip gidiyorlar.


Ne yaparsam yapayım,
Nasıl davranırsam davranayım;
Hiçbir şeyi değiştiremeyişimin bitkinliği,
Üstüme çığ gibi yığılıyor, altında nefessiz kalıyorum.
Beynimse pimi çekilmiş bir bomba oluveriyor.
Bir labirentin içindeymişim de, 
Yerimde debelenip durduğum hissine kapılıyorum.


Günler geçtikçe onlara da alışıyorum. 
Üstüne, arkadaş oluyoruz 
Huzurumu kaçıran o sebeb-i intiharlık düşüncelerle.
Sonra sanki o ben değilmişim gibi,
Yerli yersiz kahkahalar atıyor,
Saçma sapan muhabbetler açıyor,
Hiç tanımadığım insanlara selam veriyorum.


Ansızın aklıma birkaç soru takılıyor.
Bir insan kafasında kaç insan yaşatıyor?
Aynada gördüğü her suret, bir öncekiyle ne kadar aynı?
Nefret ettiğimiz insanların yaptıklarını hangimiz yapmıyoruz?
Hangimiz kendi doğrularının hiç değişmeyeceği garantisini verebilir?
Peki ya bugün sevdiğimiz kişiden,
Yarın nefret etmeyeceğimizin garantisini kim verebilir?


Lanet olası paradoksumsu insan ırkı ...
Daha kendisini çözememiş,
Kalkmış doğayı, evreni, Tanrıyı anlamaya çalışıyor ...
Acınacak haldeyiz, kabul edin ..!


07 Ocak 2015

Savaşımızın Çocukları



Savaş denince akla ilk gelen şüphesiz ölüm, kan, gözyaşı, silah, bomba..vs.
İnsan ırkının kendi kendisiyle girdiği her savaşın nedenleri, sonuçları, kazanım ve kayıpları  tarih sayfalarında yerini alıyor. Fakat kazanım ve kayıplar bile toprak,  asker, tazminat üzerinden değerlendiriliyor çoğunlukla. Ve ben daha hiçbir tarih kitabında şu istatistiği görmedim.  Savaşta şu kadar kadın, şu kadar çocuk öldü; şu kadar insan evsiz kaldı, şu kadar insan psikolojik travma geçirdi, şu kadar insan göç etti diye. Bunları yapanlar bile yıllar sonra  yarası olduğu için unutamamış veya duyarlı ve imkanı olan birileri oluyor hep.

Bilinen yakın dönem savaşlarında kaç çocuk, kadın, sivil ölmüş diye merak ettim ama bulabildiğim o kadar az şey oldu ki, üzüldüm açıkçası. 

Diyelim ki Türkiye Suriye ile savaşa girdi. En basitinden ben, savaşın nedenlerini göründüğü kadar anlayıp safımı tutup, savaşa girer veya kaçar giderim. Peki mahalleme düşen her bombada can veren yaramaz çocukların, dedikodu ve alış-veriş hastası kadın komşularımın, veya ekmek derdinde olan esnaf adamın o bombaların altında paramparça oluşunu reva gören hangi ideoloji, hangi felsefe veya hangi inanç şekli bunu savunacak kadar yüzsüz olacak.  ''Savaşta kurunun yanında yaş da yanar'' sözünün arkasına saklanacaklar için de bir çift sözüm var. Çok değil, birkaç yüzyıl öncesine kadar çoğunlukla imparatorlar, krallar savaşacakları krallıklarla askerlerini büyük meydanlarda karşı karşıya getirip savaşırlardı. Tamam kabul ediyorum, bu da saçma olabilir, ama olanca gücüyle bir şehre saldırıp kadın-çocuk-yaşlı demeden katletmekten daha onurludur. 

Sadece son 24 yılda savaşlarda 5 milyon 300 binden fazla çocuk ölmüş, 35 milyon 740 binden fazla çocuk travma geçirmiş ve bunların  en az 19 milyonu evsiz. Başka ülkelere/şehirlere göç etmiş mültecilerin sayısı ise bunun üç katından daha fazla.
Hadi ben arkadaşıma neden savaştığımızı anlatırım bir şekilde; peki kim, hangi yüzle kalkıp   o çocuklara biz din için, toprak için, özgürlük için savaşıyoruz diyebilir.  Hadi yüzsüzlük yapıp anlattık diyelim, peki  anlayacaklar mı?

Birbirimizle savaşıp, birbirimizi yok etmek isteyecek kadar nefret duyabiliriz.  Ama bu henüz oynamaktan, gülmekten başka bir şey bilmeyen çocukları acımasızca katletmek için ne sebeptir, ne de mazerettir.

'En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir' demiş ya Cicero, haklı olsa da;  
Biz en iyisi birbirimizi yok edene kadar savaşalım şu köşede, Dünya çocuklara kalsın.